Bir varsayıma göre Çaycuma adı “çay” ve “cuma” sözcüklerinden türemiştir. Cuma günleri Filyos çayı kenarında pazarın kurulmasıyla pazara gelen halkın zamanla “çaya, cumaya gidiyorum” biçimindeki söyleyişi bir süre sonra “Çaycuma” olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Bir başka varsayıma göre; Filyos çayı kıyısına Yakademirciler Köylüleri ile Velioğlu köylüleri ortaklaşa bir cami yaptırmışlardır. Her hafta cuma günü hem pazar kuruluyor, hem cıvar köylerden gelen yurttaşlar bu camide cuma namazı kılıyorlardı. Filyos çayı ve bu caminin adından hareketle “çay” ve “cami” sözcükleri zamanla kaynaşmış, önceleri “Çaycami” olan söyleyiş biçimi daha sonra “Çaycuma”ya dönüşmüş ve o günlerden bu yana yerleşim yerinin adı “Çaycuma” olarak söylene gelmiştir.
Öğretmen M. Şavran da Çaycuma adının kaynağı ile ilgili olarak benzer varsayımdan söz etmektedir: “Çaycuma adını Çay ve Cami kelimesinin birleşmesinden almıştır. Filyos çayının kenarına yakın Yaka ve Velioğlu köylülerinin yaptıkları cami dolayisiyle çay ve cami kelimeleri birleştirilerek burada Çaycuma mahallesi kurulmuş ve bu mahalle sonradan büyüyerek nahiye olmuştur.”
Melahat Türk – Rasim Türk ortak çalışmasında da yaklaşım farklı değildir: ”Kasabanın ismi Çay ve Cami kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Bu bölgede kasaba yokken Yaka ve Velioğlu köylerinin halkı birleşerek aralarında topladıkları paralarla iki köy arasındaki yolun ortasına ve Filyos Çayı kenarına bir cami yaptırdılar. Caminin çevresine zamanla evler yapılarak Çaycami mahallesi oluştu. Bu isim zamanla düzeltilerek bugünkü şekli aldı…”
Kentsel oluşumda Hacı Ali Bey’in yaptırdığı caminin belirleyici etkisi vardır.
Çaycuma’nın olduğu yerde 250 yıl kadar öncesine gelinceye değin 50-60 hanelik Çaycuma köyü vardı. Bu köyün büyümesinde, Kayabaşı köyünden Rumbeyoğlu Hacı Ali Bey’in yaptırdığı caminin (Eski Cami) büyük payı olmuştur. Kapısında “1820 “ tarihi kaydı bulunan bu caminin yapılışı Çaycuma için dönüm noktasıdır.
250 yıl öncesinin Çaycuma Köyünden “Çarşamba” nahiyesine ve bugünlere uzanan kentleşme şehir halkının tahminlerine göre şöyle başlamıştır: “Çok önceleri (tahmini rakam olarak 170-180 sene*) civar köylüler, Veliköyü ve Yakademirciler Köylerinin birleştiği ve şimdiki şehir merkezinin 500 metre batısında bulunan “Sıracevizler” adındaki yerde bir pazar yeri kurarlar. Pazarı kuran ve geliştiren halkın müslüman olması bir mescit yaptırma zorunluğunu ortaya çıkarır. Zamanla mescit ihtiyacı karşılayamaz hale gelir. O zamanlar Kayabaşı Köyü’nde oturan Rumbeyoğullarından Hacı Ali Bey, Eski Cami’yi yaptırır. Bunun vakfiyesi olarak da caminin yanına birkaç dükkan ilave edilir. Halk bu defa, cuma günleri toplandıkları pazar yerini bu caminin çevresine nakleder. Böylece şehirde ilk yerleşme bu şekilde başlar. Kuruluş yeri olarak çevre kazalar ortasında bir durak yeri mahiyetinde olan Çaycuma kısa bir zamanda gelişerek 1303/1883 yılında Çarşamba Divanı adıyla Bartın’a bağlanır.
Bir rivayete göre, kaza örgütleri kurulurken Abdülhamit’in sarayında bulunan Devrekli İbrikçibaşı Devrek’in kaza olmasında ve Çaycuma’nın da bucak merkezi olarak Devrek’e bağlanmasında etkili olmuşlardır. Bu idari bölünmede Devrek “Hamidiye Kazası”, Çaycuma da “Çarşamba Nahiyesi” adıyla idari bölünmede yer almıştır.
Yakademirciler, Veli Köy, Çaycuma Köyü ve Kayabaşı Köyünden oluşan “Çarşamba Divanı”nda* camilerin Çaycuma Köyü’ne yakın bölgeye yapılması ve pazarın camilerin yapıldığı bölgeye kurulmaya başlaması Çaycuma’yı çekim merkezi yaptı. Artık Çarşamba Divanının gelişmesi ve büyümesi Çaycuma’nın büyümesinden başka bir şey değildi.
1800’lü yılların başlarında bölgedeki kasabalar voyvoda ile yönetilmekteydiler. Ancak halka eziyet eden bu voyvodalar kalyon müteahhitliği yaparak iyice zenginleşmişlerdi.
Devlet, Bolu-Viranşehir-Ereğli bölgesinde yeni önlemler aldı.1811 yılında Voyvodalık kaldırıldı. Yeni mutasarrıfın çabalarıyla Bartın, Devrek, Dirgine, Perşembe taraflarının ünlü ayanları teker teker görevlerinden alındı.
Ayanlığın kaldırılmasından sonra Bartın, Bolu-Viranşehir sancağına bağlanır ve “Oniki Divan Merkezi” adı altında yeniden düzenlenir. Bu kez Çarşamba nahiyesi, Oniki Divan Merkezi Bartın’a bağlanır. Hacıkadıoğlu Ömer Lütfi Efendi, Bartın gazetesinde yayınlanan anılarında şöyle yazıyor: “… Bu Oniki Divan namı verilen Bartın kazası 1280 rumi (1864) tarihlerinde Viranşehir sancağından fekki irtibatla Ereğli Sancağı Kaymakamlığına rapt ve ilhak edildiği gibi 36 saat uzaklıkta bulunan Gölpazarı, Zerzene (Salıpazarı), Amasra, Çarşamba (şimdiki Çaycuma), Perşembe, Hisarönü, Tefen ve Yenice kazaları da Bartın kazası gibi Ereğli’ye rapt ve ilhak edilmiştir.”12
1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ve ertesi yılki Navarin yenilgisinden sonra eski ayanlar yeniden egemenlik kurdular.
Dilaver Paşa Nizamnamesi’yle getirilen ‘zorunlu çalışma’ Çaycuma’nın gelişmesini hızlandırdı:
1848 yılında, Sultan Abdülmecid’in Ereğli Kömür Havzası’nın işletilmesini buyuran bir ferman çıkarmasından sonra 1854 yılında kömür üretimine başlandı. Önce İngiltere, Kozlu ve Zonguldak’ta kömür çıkardı. 1855-1865 arasında Havza, Hazine-i Hassa’ya bağlıydı. Dilaver Paşa Nizamnamesi’yle birlikte 1865 yılından başlayan ve 1908 yılına değin süren “Bahriye Yönetimi” başladı. Havza genişletildi, yeni ocaklar açıldı. Özel teşebbüs ve yabancı sermaye tarafından üretilen kömürün, resmi kurumlardan başka yere satılması veya ihraç edilmesi yasaklandı.
1865 tarihinde Dilaver Paşa kendi adını taşıyan 101 maddelik ünlü Dilaver Paşa Nizamnamesi’ni yaptı ve bu nizamname1868’de uygulamaya kondu. Kömür çıkarmayı ve başta direkçilik olmak üzere kömürle ilgili işleri bir düzene sokmayı amaçlıyan Nizammane madende çalışmayı zorunlu hale getirdi.
Dilaver Paşa Nizamnamesine göre, “Ereğli sancağı dahilindeki 14 kaza halkının maden ocakları işlerinde çalışmaları mecburi tutuldu.(Bu kazalar; Viranşehir, Ulus, Amasra, Oniki Divan (Bartın), Zerzene, Geçanos (Kocanaz-Kozcağız), Yenice, Eflani, Devrek, Akçaşehir (Akçakoca), Karasu, Aktaş, Tefen, Benderi Ereğli ve Taraklı Borlu (Safranbolu)dur.) Bir kısım halk ocaklarda kazmacılık, küfecilik ve bir kısmı ormanlarda direk kat’iyatçılığı, bir kısımı da kendi vesaitiyle direk çekiciliği yapmak üzere bu 14 kaza halkının isimleri tesbit edildi; kendilerinin de, muhtarlar vasıtasıyla, zaman zaman mürettep oldukları işlere sevk edilmeleri temin olundu.”
1868 yılında başlayan maden ocaklarındaki zorunlu çalışma düzeni doğal olarak Çarşamba’nın önemini artırdı. Çünkü, özellikle Bartın, Kozcağız ve Perşembe yöresindeki köylerden Zonguldak’a giden en kısa yolda hemen tek uğrak yeri olan Çarşamba, bu tarihten sonra hızlı bir gelişme seyri izledi.
Bu bağlamda, 1890 tarihli Kastamonu İl Salnamesi’nde “maden” ve “Çaycuma” ilişkisini açıkça görürüz:
“ Zonguldak nâmı ile bir mevkii ve iskele vardır ki, derununda bir çarşı ve Kömür Maden-i Hümâyunu İdaresi mevcud olub birkaç seneden beri tarf-ı hükûmetten emr-i muhafazası Çıharşenbe (Çaycuma) Müdiriyeti ile Mezkûr mahalde ikame edilen dört nefer zabitiye ile bir polis memuruna ihale olunmuşdur ki burası mukaddema (öncelikle) yalnız kömür madenleri imâlat ve ihracatına mahsus bir isleme idi.”14
Kastamonu Vilayetinin düzenlediği 1286/1870 Tarihli Salname’de Çaycuma adı, “Devrek kazasına bağlı Çarşamba nahiyesi” olarak geçer. Ancak daha sonra yayımlanan Salnamelerden anlıyoruz ki, “Çaycuma” adı 1889’larda kullanılıyordu. Kastamonu Vilayetine Bağlı Livalar, Azalar Ve Nahiyeler Hakkında 1315/1889 Tarihli Kastamonu Vilayeti Salnamesi’nin 19. Sayısında Çaycuma için şu bilgiler verilir: ” Devrek kasabasına bağlı Çarşamba nahiyesinin merkezi Çaycuma, Devrek kadar muntazam olup, kasaba içinde 2 çarşı, 2 cami, 1 kilise ve 1 hamam vardır.”
Kesin bir tarih verilmemekle birlikte ilçe merkezindeki Rum ve Ermeni nüfusun Safranbolu’dan Çaycuma’ya gelip yerleştiklerini biliyoruz. Rum ve Ermenilerin Çaycuma’ya gelişi, kömürün bulunmasından ve maden ocaklarının işletilmeye başlamasından sonraki tarihlerde hızlanmış ve nahiyenin Rum ve Ermeni nüfusu çoğalmıştır.* Osmanlı devletinin izniyle 1859 tarihinde Çaycuma’da yapılan Aya Yorgi Kilisesi16(**) bu görüşün doğruluğunu güçlendirmektedir.
Tarımla pek ilgilenmeyen, ancak ticaret ve zanaat alanında çok becerikli olan Rum ve Ermeniler, Hacı Ali Bey’in Eski Cami’yi yaptırdığı 1800 başlarından sonra gelişen pazarla birlikte Çaycuma’ya gelip yerleşmeye başlamışlardır. Ama maden kömürünün bulunması, ardından da zorunlu çalışma düzeninin başlamasıyla canlanan ve önemi artan Çaycuma’ya ticaret amacıyla gelip yerleşen Rumların sayısında artış olduğunu Salname kayıtları da doğrulamaktadır.
Ticaret amacıyla Çaycuma’ya gelen Rum ve Ermeniler arasında en dikkati çeken kişi Yordan Çorbacı’dır. Yap-sat yöntemiyle iş yapan Safranbolu’lu bir müteahhit olan Yordan Çorbacı, Kayadibi’nde kurduğu suyla çalışan kereste fabrikasından sağladığı keresteleri Filyos çayını kullanarak Çaycuma’ya ulaştırır. Bugünkü ilçe merkezinde bulunan ve tarla olarak kullanılan arazileri satın alan Yordan Çorbacı, bu arazilere bina yapıp satar.
Bugün, ilçe merkezinde halen ayakta duran şehir hamamıyla arkasındaki eski İş Bankası binası ve yanındaki sıra dükkanlarla pasaj (Eski han binası), Belediye binası karşısındaki eski iki katlı yapı, çarşı merkezindeki eski caminin karşısındaki dükkanlar, ilçe merkezdeki üç çınar ağacının karşısındaki sıra dükkanların hemen hepsi Yordan Çorbacı’nın eserleridir.
Merhum Mustafa Zeren’in anlatımlarına göre, Çaycuma’da ticaret ve zanaatı geliştiren, Türklere terziliği ve kunduracılığı öğreten Rumlardır.
Osmanlı Devleti’nin 1319/1903 Tarihli Umumi Salname’sinde Çarşamba nahiyesinin Zonguldak’a bağlandığı belirtilir. Zonguldak da aynı tarihte Bolu Sancağı’na bağlı kaza haline getirilmiştir. Bolu Müstakil Mutasarrıflığı’nın ilk kez düzenleyip 1332/1916 yılında yayınladığı Bolu Divanı Salnamesi’nde Çaycuma hakkında şu bilgiler verilir:
“Çaycuma, Bolu dahilindeki nahiyelerin en muntazamı ve en büyüğüdür. 31 Köyü, 11600 İslam, 370 Rum, 34 Ermeni olmak üzere toplam 12004 nüfusu vardır. Nahiye merkezi Çaycuma; muntazam bir çarşı, iki cami, bir medrese, üç sınıflı iptidai mektep ile bir kilise ve bir Rum iptidai mektebi, han, hamam gibi ihtiyaç hissedilen binaları ihtiva etmesi itibariyle bazı kaza merkezlerinden çok farklı bulunmaktadır. Ahali pek istidatlı ise de maarif bakımdan geri kalmıştır. Muhtelif tarihlerde değişiklik ve yeniliklere uğramışsa da tarihi değeri yoktur.”
(Ekin Ofset)