Çaycuma’nın tarihinde ve kentsel gelişiminde Filyos nehrinden yapılan ulaşımın ve köprülerin belirleyici etkisi olmuştur. Çarşamba yakasından Perşembe yakasına ulaşım, çok uzun yıllar, “pot” denilen saldan biraz büyük kayıklarla yapılmıştır. Çaycuma’ya gelip giden insanların Filyos nehrini aşmaları gerekiyordu. Karşıdan karşıya geçmek zorunda olan insanlar ürünlerini, satın aldıkları veya satacakları mallarını, hayvanlarını bu pot denilen kayıklara yükler, Çaycuma’ya öyle gelirler ve aynı yolla kenti terk ederdi. Gür ormanlardan beslenen ve zengin kollara sahip Filyos Nehri nin debisi son 30 yıla kadar sürekli yüksek olmuştur.
Filyos Nehri adeta “deniz” gibiydi. Nehrin bu yapısı, yalnızca ulaşımı olumsuz etkilemekle kalmamış, aynı zamanda Çarşamba ve Perşembe bölgeleri arasındaki kültürel etkileşimi de azaltan, hatta yok düzeyine indiren baş etken olmuştur. Söz gelimi, Perşembe bölgesinde çok yaygın olan yangın, hayvan zehirleme, pusu kurarak adam öldürme ve benzeri olaylar Çarşamba tarafında son derece azdı. Öyle ki, Çarşamba tarafına bu kültürün taşıyıcısı önemli oranda, “damat girme” dediğimiz evlilik yöntemiyle kız evine “iç güvey” olarak giden erkekler olmuştur. Bunu kanıtlayan bir çok örneğe rastlanabilir. Çarşamba ve Perşembe bölgelerindeki kimi ağız farklılıklarının hâlâ sürmesi de bu kültürel kopukluğun başka bir göstergesidir.
İlçe merkezindeki yerleşmeler ve ilçe merkezine civardan gelen aileler incelendiğinde eski yerleşimlerdeki, çok büyük bir çoğunluğun, Çarşamba bölgesinden gelen aileler olduğu; Perşembe bölgesinden gelenlerin yine çok büyük bir çoğunluğunun köprü yapımından sonra Çaycuma’ya yerleştikleri olgusu, köprünün Çaycuma’nın gelişimindeki önemini ortaya koyması bakımından dikkat çekici başka bir olgudur.
Çaycuma; Bartın, Devrek, Gökçebey, Safranbolu, Ulus ve çevredeki diğer önemli yerleşim yerlerine ulaşma bakımından da Filyos nehrini kullanması gerekiyordu. Bu zorunluluk, köprüler yapılmadan önce Çaycuma’nın bu yerleşimlerle olan ilişkilerinin çok zayıf kalmasına neden olmuş, bu bağlamda Çaycuma’nın kentsel gelişmesini de olumsuz yönde etkilemiştir. Çaycuma, uzun yıllar boyunca deyim yerindeyse Filyos nehrinin “kuşatması altında” gelişimini sürdürmüştür.
Köprünün olmadığı dönemde, kayıkçılığın başlı başına meslek ve geçim kaynağı olduğu Çaycuma’nın Gemiciler, Velioğlu, Kayıkçılar ve Çomranlı köylerinde pek çok aile köprü yapımına kadar “kayık salarak” yaşamını sürdürmüştür. Potlarla karşıdan karşıya geçmek isteyenler gece geçmek çok zor ve riskli olduğu için gün ışığını beklemek zorundaydılar. “Kayık başı” denilen mevkilere yığılan insanlar gruplar halinde karşıdan karşıya ücret karşılığı geçirilirdi.
Potlarla karşıdan karşıya geçiş sırasında hemen her yıl ölümle sonuçlanan kazalar olur, bir çok kişi suda boğulurdu.
1928 yılında yapılan ağaç köprü hemen her yıl yükselen sularla birlikte yıkılır, çoğunlukla da “imece yöntemiyle” yeniden onarılırdı.
İlk yapımında 564 metre uzunluğunda olan ağaç köprü 1934 yılı mayıs ayındaki şiddetli yağmurlarla yükselen sularla birlikte İstasyon tarafındaki ayağı oyuldu ve 36 metre açıklık meydana geldi. İmece yöntemiyle köy korumalarından kesilen ağaçlarla köprü yeniden onarıldı ve boyu 600 metreye çıkarıldı.
Ağaç köprünün zemini kolay çürüme yaptığından insanlar geçiş yaparken büyük korkular yaşıyordu. Çaycuma’ya at yarışlarına gelen bir Bartınlı, köprüden geçerken yaşadığı heyecan ve korkuyu şöyle anlatıyor: “Yıkılmış, çürümüş enkaz üzerine ince ve çürük yan yana iki tahta konarak yol, geçit vücuda getirilmiş; altında gözleri karartan bir ırmağın haşin akıntısı… Üstünde kadın, erkek, çoluk çocuk bir yığın halk, tek sıra halinde, feryadlarla, tevahuş içinde sendeliyorlar. İste burası Çaycuma Köprüsüdür… Biz de o halk seline karıştık. Dönmek kabil değil… Lehülhamd geçtik!…
Hatta bir keresinde (24 Mart 1938), Çaycuma’dan Bartın’a gitmekte olan posta otobüsü 7 yolcusuyla birlikte ağaç köprüden geçerken köprünün Çaycuma ayağındaki kuru zemine düşmüştür.
Her yıl yeniden onarılmak zorunda kalan ve sürekli sorun ve tehlike yaratan ağaç köprünün yerine beton köprü yapılmasına yönelik istekler üzerine Bayındırlık Bakanlığı adına 1936 yılının sonunda Çaycuma’ya gelen Zonguldak İl Başmühendisi keşif yaptı. Keşif bedeli 500 bin liraydı ve yapılacak olan beton köprünün uzunluğu 600 metre değil, 290 metre olacaktı.
Ancak, beton köprünün yapımına yönelik çalışmalar 1948 yılında hızlandırıldı. Halkevi’nde büyük bir toplantı yapıldı ve işin takibi için Mustafa Zeren Başkanlığında bir heyet oluşturuldu. Bu arada Bayındırlık Bakanlığı’nın proje çalışmaları da başladı ve nihayet 27 Ekim 1948 tarihinde 1 milyon 112 bin 125 lira seksen kuruş keşif bedeliyle ihaleye çıkarıldı. Amaç Şirketinin yapımının üstlendiği köprü, Nisan 1951’de hizmete açıldı.
Mayıs 1951 Tarihli “Karayolları Bülteni”nde Çaycuma Köprüsü hakkında bilgi verilirken şöyle denilmektedir.
“Yollar 4’üncü Bölge hudutları içinde Devrek-Çaycuma-Bartın yolunda, Filyos çayı üzerinde 255 metre açıklığında ve 8.40 metre genişliğinde betonarme Çaycuma köprüsü inşaatı bitmiş ve Genel Müdürlükten Muammer Tuğlu, Bölgeden Tevfik Madakbaş ve Kontrol Sami Bilge’den ibaret bir hey’et tarafından da geçici kabulü yapılmıştır.
Köprü, Amaç Ticaret Türk Anonim Şirketi’ne 16.11.1949 tarihinde ihale edilmiş ve yüzde 18,77 tenzilatla sözleşmeye bağlanmış olup keşif bedeli 1.112.115 lira 88 kuruştur.
Filyos’un munsabına düşen bu köprü yerinde eski ahşap bir köprü mevcut bulunuyor ve her sene muazzam tamir ve masrafları icap ediyordu.
Başta Zonguldak Valisi olduğu halde kalabalık bir halk kitlesinin içten gelen sevinçleri arasında köprü trafiğe açılmıştır.”